Kabbalah'a göre Altıncı His
Kabbalah'a göre Altıncı His
Psikologların
yapmış oldukları araştırmalar neticesinde, dış dünyamızdan aldığımız bilgileri
tasnif ve yorumlamak sürecini, İDRAK Dediğimiz anlamak yeteneği işletmektedir.
Başka bir deyimle Psikologlar bize ÖN BİLGİYE İhtiyacımız olduğunu
söylemektedirler.
Tarih
boyunca Felsefe ve İlim beşeriyetle birlikte ilerleyerek geliştiklerini
görüyoruz. Günümüzde İlim ve Felsefeyle uğraşan aydınlar ve âlimler etrafımızı
saran dünya gerçeklerini araştıran ve inceleyen insan faktörünün bu konuda
sınırlı kaldığını kabul etmektedirler.
Bir
an için insanı, dışardan geleni duyumsayan, hisseden ve anlayan bir kara kutu
olarak varsayalım. İhtiyacımız olan bilgilerin bu kara kutunun içine nasıl
girdiklerine bir göz atacak olursak. Bütün bilgilerin hislerimizin aracılığı
ile kara kutuya girdiklerini görürüz.
Hislerimizin
dayandığı beş duyu, sabit bir rakam (Miktar) olduğundan bizim için bir sınır
teşkil etmektedir. Böylece yapmış olduğumuz bütün araştırma ve incelemeler, beş
duyu sınırları içinde kaldığından, ancak mevcut duyularımızın sınırları içinde
kalan maddi dünyaya ait gerçekleri görebiliyoruz.Bu nedenle bu sınırların
dışında kalan dünya ötesi evrensel gerçekleri görebileceğimiz araç ve aletleri
yaratamıyoruz. Şimdiye kadar yarattığımız aletler, var olan duyularımızın etki
alanlarını genişletmekten ileri gitmemiştir.
Sınırlı
beş duyularımızın dışında kalan dünya ötesi evrensel gerçekleri hissetmek için
artı bir duyuya ihtiyacımız olduğunu görüyoruz.Belki başka boyutlarda var olan
başka dünyalar ve bu dünyalarda varlıklarını sürdüren yaratıklar da vardır,
fakat biz onları hissedemiyoruz çünkü onları hissedebilecek uygun duyulardan
yoksun bulunmaktayız.
Belki
hissedemediğimiz, bizimkinden daha geniş ve farklı olan öbür dünyada
varlığımızın gerçeklerinden olan doğuşumuz, hayatımız boyunca başımızdan
geçenlerin ve ölümün nedenleri bu öbür dünya dediğimiz yerde bulunmaktadır
bunları bilmeden varlığımızın hedef gördüğü gerçek amacın ne olduğunu da
bilemeyiz.
Dünyamızda,
bazı insanlar, ek duyumlarıyla elde ettikleri artı hisler sayesinde bizim
gördüğümüz gerçek tablodan daha geniş ve daha gerçek bir tablo görürler. Bu
insanlara biz Kabalacı (Mekubalim) diyoruz, çünkü onlar yüksek seviyelerden
gelen bilgileri almayı ve hissetmeyi bilirler. Bu kişiler, etrafımızı saran
bizimkinden daha üstün dünyaların varlığını bize bildirmektedirler. Bu dünyalar
bir soğan gibi iç içe gelişmiş tabakalar halinde olup, merkezinde bizim
dünyamız bulunmaktadır.
Bizler
bu dünyanın içinde doğar – yaşar ve ölürüz. Bizler sadece bu bizim dediğimiz
dünyayı hissedebiliriz, Kabalacılar buna yaşadığımız dünya OLAM HAZEH, Diyorlar
çünkü Evrenin hakiki gerçeklerinde ufak bir yer kapsamaktadır.
Kendimizde
artı bir Manevi duyu geliştirirsek, bu duyu sayesinde, bir bütünü teşkil eden
evrenin gerçeklerinden daha geniş bir parçası olan gelecek dünya’yı
hissedebiliriz. Türkçe buna öbür dünya diyoruz.
Bize
öbür dünya’yı hissetmeye yardımcı olacak sistemin adı Hohmat A Kabala olup
bize, gizli kalmış hakiki gerçekleri nasıl algılayacağımızı öğreten de odur.
Bilincinde
olmadığımız bu gizli kalmış gerçeklerle irtibat kurmamızı sağlayacak artı
duyu’yu geliştirmek için kendimizde, iç dünyamızda bazı değişiklikler yapmak
mecburiyetindeyiz.
Örneğin; Radyo alıcısının
içindeki dalga ayarı, dıştan gelen radyo dalgası ile % 100 uyum sağladığı zaman
dıştan gelen neşriyatı yakalayabilir.Biz insanlar da bir radyo alıcısına
benzetilebiliriz, bizde de durum aynı, içimizdeki nitelikler karşılığında dış
dünyamızda olan nitelikleri yakalayabiliriz iç dünyamızın içinde, dış
dünyamızda kalan niteliklere karşı uyum sağlayan nitelikler yoksa dış dünyadan
hiç bir şey hissedemeyiz.
Dış
dünyamızda var olanları hissedebilmek için, içimizde, iç dünyamızda var olan
nitelikleri geliştirmenin gerekliliğini anladıktan sonra, tanımadığımız manevi
dünyayı hissedebilmek için gerekli uygun niteliklerin bizde eksik olduklarını
anlıyoruz. Bizde eksik olan nitelikler nelerdir?
Bu
niteliklere sahip olanların söylediklerine göre, insan karakteri itibariyle tam
anlamıyla egoisttir. İnsanın, düşündükleri – istekleri – konuşarak düşünerek ve
fiilen yaptıkları olsun, bütün bunlar kendine olan sevgisinden
kaynaklanmaktadır, öylesine ki bütün bunlar kendi istifadesi içindir.
Görünüşte
bir başkasına iyilik yapan veya başkaları hakkında iyilikler düşünen kişilerin
bunu yaparken gerçek amaçlarını derinlemesine inceleyecek olursak, bunları sırf
kendi menfaatleri için yaptığını görüp ve yapmış olduğu iyilikler vasıtasıyla,
göze görülmez bir şekilde başkasını kendi çıkarlarına alet ettiği
görülmektedir.
Manevi
duyu’ya sahip olmakla, bu dünya kaybolup onun yerine başka bir dünya, öbür
dünya gelecek değildir. Şimdi hissettiğimiz gerçeklerden oluşmuş olan tablodan
başka, artı gerçekleri hissedebileceğimiz zaman, var oluşumuzun ve hayatımızın
nedenlerini içeren kaynağın öz’ünü görüp onu anlayabileceğiz. Bununla beraber
manevi duyumuz yeterince gelişinceye kadar şimdilik (Mekubalim) Kabalacıların
yolunda giderek onların tavsiyelerine uyabiliriz. Bu kişiler burada bizimle
olmalarına rağmen her iki dünya gerçeklerini hissettiklerinden, onların bize
söylediklerini yapmak, gittikleri yoldan gitmek imkânlarına sahibiz.
Bu
gerçeklerin şimdiye kadar neden açıklanıp izah edilmediğini Kabalacılar bize
şöyle anlatmaktadırlar. Dünyamızın altı bin yıllık mevcudiyeti boyunca ruhların
dünyamıza inmeleri ve bedenlerin içinde yerleşmeleri, bir birini takip eden bir
düzenin varlığından söz edilmektedir. Bu düzene göre, ilk iki bin yıllık dönem
boyunca dünyaya inmiş olan ruhlar, son derece arınmış tertemiz ve saf ruhlardan
ibaret idi, bu ruhların (Tikun) onarım yapmaya ihtiyaçları yoktu. İkinci iki
bin yıl zarfında inen ruhlar, öncekilere nazaran kaba ve arınmamış ruhlar
olduğundan, arınmak için gerekli bir araca ihtiyaçları vardı.
Bu
aracın ismi Tora Şebihtav, Tevrat’ın yazılı metinleridir ki bu dini kurallar
gereğince fiilen işlenen sevaplar sayesinde ruhlar arınarak gereken seviyeye
ulaşmak fırsatını elde ettiler. Bu ikinci iki bin yıllık süreçte insanlar
Tevrat’ın sadece yeryüzünde işlenebilir Mitsvot, Sevaplar kısmını kullanarak
arındılar.
Bu
nedenle üçüncü yüzyılda yazılmış olan ZOAR Kitabı, onbirinci yüzyıla kadar
saklı kalmıştır. Zohar kitabı onbirinci yüzyıldan sonra her kuşakta sadece
seçkin kişilerin önüne çıkmıştır. Ta ki yaklaşık bundan 450 sene evvel A Ari
Akadoş Rabbi Yitshak Luria, 450 sene evvel şöyle demiştir.Bu dönemden itibaren
herkes küçükten büyüğüne kadar Kabala öğrenimi ile uğraşmak zamanı gelmiştir,
çünkü bu dönemde inen ruhlar, en kaba vaziyette olan ruhlardır, bu ruhların
arınmaları için Tevrat’ın bütününe ihtiyaç vardır, hatta Tevrat’ın içerdiği
sırların bulunduğu bölüme bile ihtiyacımız olduğunu bize yazılarıyla söylemiştir.
Bu içeriği beğendiyseniz lütfen paylaşın
Yorumlar
Yorum Gönder